8 Ekim 2007 Pazartesi

On, dokuz, sekiz...

Destek kuvvetleri yardıma çağırdım. Bayramdan sonra Bay Koca üç dört günlüğüne Ankaraya gidiyor. (üzgünüm Delicim, güzel günler ilerde) Yalnız kalmak yemedi. Daha doğrusu kızlarla bir başına kalmak yemedi. Yoksa yalnız olsam günümü gün ederdim. Severim... Neyse, sadede gelelim, annemleri çağırdım ben de, annem de "aaa, tamam!"dedi, sonuç: haftaya salı buradalar. Annemin ikiletmeden hatta düşünmeden cevap vermesi kızları çok özlediğinden olsa gerek. Yoksa nerede öyle cevval anne bir koşu kalkıp gelecek; hem zor karar veren bir insandır, hem de yol sevmez.


Aslında biraz da bahane oldu yalnız kalmam. Annecim kızları görsün istiyorum. Kaç ay oldu- bakiim 3 ay olmuş galiba- ayrılar. Annem doğumdan bir ay önce geldiydi. Kızlar bir aylık olduklarında "e sen artık bakarsın bunlara, zaten bayram da geliyor; kocam, oğlum bensiz oralarda bir başına" diye gitmişti. Bayram geçti, iki üç gün yalnız kaldım. Bebeklerle beraber ben de ağladım. Her akşam annemi arayıp mızırdadım ki hiç adetim değildir (zaten annemin sen bakarsın bunlara diye düşünmesinin nedeni de bugüne kadar mızırdandığımı hiç duymamış olmasıydı herhalde). Dördüncü gün "hemen geri geliyorsun" dedim. 32 yıldır yardım istemediğimden olsa gerek durumun vahametini hemen anladı, ikiletmedi geldi. Geliş o geliş bebekler beş aylık olana kadar hiç bir yerlere kıpırdayamadı. Kavgalarımız sıklaşmaya başlayınca, üstüne bir de babamın çok zayıfladığını görünce ben gidiyorum diye dikildi. Babamın bizden gizli prostat ameliyatı olduğunu öğrenmesi de son darbe oldu. Patlayacakmış adamcağız, neyse ki kardeşin evde olduğu zamana denk gelmiş. Ben de kuyruğuna takıldım, beraberce Eskişehir'e göç ettik. Üç ay da öyle geçti.Sonra ben orada da darlandım, vara yoğa alınmaya, zır zır zırlamaya başladım. E kalktık eve geldik biz de. Babam da çok alışmıştı kızlara, hiç gelelim istemedi. Bu arada minikler emeklemeye, oturmaya, saatlerce oyun oynamaya, sıralamaya ve bugün itibari ile yürümeye (cingöz olanı; mavişim çok tedbirli, ödü kopuyor düşersem diye) başladı ve annemcim bunların hiç birini görmedi. Haksızlık gibi geliyor, en zor zamanlarında bütün çileyi çekti şimdi eğlenceli zamanları, o burada yok.


Çok seviniyorum annemler geleceği için, gün sayıyorum, birgün daha bitince seviniyorum. Bakalım miniklerin bu hallerini görünce ne yapacaklar? En çok da kızların annemi tanıyıp tanımayacağını merak ediyorum. Sen besle büyüt, bir kaç ay görüşme diye seni unutsunlar, ayıp olur valla!

4 Ekim 2007 Perşembe

Katil uşak mıymış hakkaten?

Son günlerde kitap okumaya zaman ayırıyorum. Daha doğrusu yapmam gereken şeyleri yapmak yerine kitap okuyorum. Bütün işleri mümkün olduğunca erteliyorum. Ütü mesela, 10 gün falan oldu herhalde, üstüne tekrar çamaşır yıkandı da, tekrar çamaşır birikti bile. Ütülenecekler tepesi dağ halini alma yolunda.(yarın bu gidişe bir dur demeli!!)
Ben hep böyleydim zaten. Plan program yapar, planladığım o işleri hep erteler canımın istediğini yapar sonra da ne bu düzensizlik diye sinirlenirim. Hele ki kitap mevzu oldu mu babamı tanımam. Şöyle normal normal, sayfa sayfa okumam kitabı, sömürürüm: 500 sayfa mı, yarına biter. Tabi okuduğum şeyi sevmem koşuluyla, yoksa ver 50 sayfa ders notu bak kaç gün sürünüyor. Babamı tanımam ama kızlarımı tanımak durumundayım, sıkıysa tanıma! Onlara ait zamanımdan çalamayacağım için -gerçi bütün zamanım onların da- diğer şeyleri erteliyorum: evin işleri ve uyku...

Okuduğum da atla deve değil sonuçta, bol bol polisiye, biraz best seller -30'una yaklaşmış kadın komiklikleri. Okuma ihtiyacımı karşılayacak ama kafamı yormadan hemen bitirebileceğim şeyler yani.

Gerçi ben oldum olası severim polisiyeyi. Film, dizi, roman, kaliteli, basit farketmez. Bir dönem gece yarısına doğru arka arkaya polisiye diziler çıkıyordu televizyonda. Oturur hepsini izlerdim sabahın üçüne, dördüne kadar. Sonra rüyamda millet birbirini kovalardı ben de bakardım.

Burada, zaten sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen kitapçıların birinde Agatha Christie'nin bir sürü kitabını buldum. Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz (böyle miydi bu söz?).Hem kolay okunuyor hem polisiye, üstüne üstlük zekice yazılmış. Dadandım oraya, on günde falan bir gidip iki üç tane alıyorum. Adamla ilişkimiz bitti mi abla, bebekler nasıl düzeyine ilerledi. Bu yaşında hala annesinin "yabancılarla konuşma kızım" öğüdünü dinleyen biri olarak (bakınız: asosyalin allahı)benim edebileceğim en derin sohbet budur, ötesi yoktur.

Yıllar var ki Agatha Christie okumamıştım. Bir Miss Marple, bir Hercule Poirot, bir tiyatro oyunu, bir de öykü kitabı okudum şimdilik. Öyküler daha ziyade korku türündeydi, hayaletler falan. Zaten öykü sevdiğim bir tür değildir, hemen biter, kesmez beni. Okudum yine de, gerçekten korkutucuydu, gerdi. Her iki romandan sonra da "aaaa Brad Pitt'le Edward Norton aynı adammış!" hissi yaşadım. Helali hoş olsun verdiğim paralara dedim. Sonra hatırladım, eskiden de böyle şaşırtırdı beni, sokaktan adam geçti yazsa aha da katil bu olmasın sakın olurdum. Polisiye yazacaksan böylesini yazacaksın. Yoksa üçüncü sayfada katil belli olsun, niye okuyayım ki onu ben? Sonra şiddet de yoktur Agatha Christie'de. Amcam ya da teyzem mırıl mırıl araştırır olayı, ne kimse kimseyi kovalar ne de katil terminatördeki civa adam misali hortlar durur.

Grange okurum mesela, hoşuma da gider ama sonu bir türlü oturmaz, birşeyler eksik kalır. Ayyy, en fenası Ahmet Ümit okumuştum bir kere. Patasana'ydı romanın adı. Bulana kadar kaç kitapçı gezmiştim. Hititler diyordu tanıtımında, hem tarih hem polisiye, tutmayın beni... Sonuç: bittiğinde Ahmet Ümit karşıma çıksa evire çevire sopalardım adamı kitap diye bunu mu yazdın diye. Neymiş Türkiye'nin en bi polisiye yazarıymış! Papucumun polisiyesi! Gerçi ara sıra düşünüyorum adama bir şans daha versem mi diye. Ama riski göze alamıyorum. O da Patasana'ya benzerse karşıma çıkmasını beklemem, neredeyse bulur öyle döverim, para mı da geri isterim.

Ara verdim biraz, David Liss okudum, Kağıt Komploları. Güzeldi. Okumadığım yeni bir kitabı yayınlanmış, programa aldım. Hele bitsin şu elimdekiler... Şimdi Marian Keyes okuyorum. Dilini seviyorum (çünkü sözlük kullanmadan orijinalinden okuyabildiğim ender yazarlardan, e bi de komik). Bitsin, döneceğim Agatha Teyzeme...